2 Mart 2012 Cuma

deniz güncesi


deniz güncesi

ürpertili kimsesizliği soyunurken gün
saldırgan yanını sinsice biler akşam
saklı kumsalında çile doldurur
dert mabedine gömülü yalnız bir adam

dağınık saçlarla yarışır deniz köpüğü
suskunluk devşirir pusarık bakışlardan
dinmeyen yorgunluğu yalpalar tekne
eskil söylenceler asılır iki kürek gıcırtısına
susayan avuçlara kan kusar kum taneleri

kırışık yanaklarda katmerlenir hüzün
vefasızlığı adımlar bir çift yalınayak
mevsim bozumunda ayrılık demler veda
yoldaş bir ıslıkta üşür doğaçlama yol türküleri

kırılgan tan kanar donuk maviye
kızıl uçurumlardan suya dökülür rüzgâr
ayaz sürgünü bulutların aymazlığında
ılgın soluklu esintilere yüklenir sevda

nasırlı yalnızlığa çöker özlem kokusu
sitem saatini üçüncü cemreye kurar alın çizgileri
gerçeküstü öykülerde vurgun yer martı çığlığı

ufuklar sarmaş dolaş bürünürken zifiri feracelerini
enginlere saplanır binlerce kahır
ertelenmiş umutları yaralar gece

duygu yağmurları dökerken hüzzam ertesi
müebbet tutkulara yağar sarı düş
son celsede kalemini kırar sevi güncesi


02 mart 2012
murat aydın doma

23 Ekim 2011 Pazar

zaman sövgüleri


















zaman sövgüleri


küresel güdüm ertesi kimsesiz onuncu köy
yağmur bulutlarını tarıyor dokuz servi
sekiz çınar ağlamaklı iskele meydanı’nda

kükreyip yedi deniz ülkesinde
yalnızlığa konuyor zırdeli rüzgâr
arena öykünümlü altıyol’da
ana avrat küfrü beş geçiyor düşleri

yıldız ölümlerinin farkında değil oturak
öksüz hüzünlerini yüklüyor dört ayağına
umutları prangalı fukara kent parkında

üç kerteli merdiveni yoruyor inadına
söğüt görünümlü iki karadut gölgesi
ekim yaprağına kanat takıyor üç güvercin

yalınayağa ağıt döküyor yaralı mevsim
sidik soluyor mukavva arası çaresizlik
müebbet sefaleti kelepçeleyip koynuna
kaldırımlara perçinliyor uykusuzluğunu
öte yanda kutsal mabetlerini kirletiyor
bir ilaha kul yarım insanlık

akrep zehrini akıtıyor güne
sessiz isyan çeyreğine dokunuyor yelkovan
mil çekip martı gözlerine
ateşini körüklüyor günahın
ikiyüzlülüğü ceplerine dolduruyor zaman

tramvaysız törpüleyip bahariye yokuşu'nu
eğri büğrü yol ucunda kanıyor moda
fahişe şehir istanbul’da
sıfır noktasında gemilere yükleniyor son tren

-üşüyor tragedya-


02 ekim 2011 kadıköy
murat aydın doma

1 Temmuz 2011 Cuma

Geçtim



















Geçtim


Seyyah ebrûlerde kahırla doldum,
Kar oldum müjgâna selinden geçtim!
Hicran nağmesinin kararı oldum,
Darıldım mızraba telinden geçtim!

Güneş asumana kanarken doğdum,
Zühre yıldızının bendine değdim;
Kırklar dergâhına kül oldum yağdım,
Görüldüm yoklukta halenden geçtim!

Bir uçtan bir uca koştum deminde,
Aşkına pervane döndüm ceminde;
Ney oldum inledim fâni zeminde,
Yâr oldum Canan’a kulundan geçtim!

Dumanlı yaylaya ceren göçürdüm,
Sevdadan sevdaya gönül uçurdum;
Yalan sarayında ömür geçirdim,
Sürüldüm dağına belinden geçtim!

Bülbüllerin suskun viran bağında,
Ben bende köleyim hazan çağında;
Hayal zangocuyum dertli sağında,
Har oldum dudağa dilinden geçtim!

Cemre yağmurunda toprağa düştüm,
Şavkınla beslendim gecende piştim;
Mahcup yanağında bir damla yaştım,
Ter oldum çiğdeme dalından geçtim!

Bir muamma olup mahzene doldum,
İçimde dışımda kâinat buldum;
Rayiha gölünde sarardım soldum,
Yerildim kovanda balından geçtim!

Gâh iyi gâh kötü kutsal meleğin,
Değirmen zulmünü eler eleğin;
Muhannet çarkında döner feleğin,
Yoruldum hanında yolundan geçtim!

Ham tene büründüm hayli bir zaman,
Tek yönlü koşuda tükendim yaman;
Göverdim bedende oldum sap saman,
Serildim harmana yelinden geçtim!

Bir tohum bir çiçek can vermiş döle,
Yedi gökten mecnun düşmüşüm çöle;
Mestane bedenim vuslata köle,
Duruldum makberde salından geçtim!

Ruhtan ruha akan ırmağa girdim,
Yeşil ummanında Al’ımı sordum;
Yunus, Hacı Bektaş, Ali’yi gördüm,
Sarıldım Murada gülünden geçtim!


27 Haziran 2011 İstanbul
Murat Aydın Doma

12 Aralık 2010 Pazar

Eşekname



















Eşekname

I

Bir varmış bir yokmuş evvel zamanda,
Kir çokmuş tuz kokmuş hân-ı çemende;
Kuyruklar baş olmuş kıçlar dümende,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Zurna tellal iken battal tumanda,
Sinek taksim geçmiş kırık kemanda;
Bir beyaz cam varmış bir de kumanda,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Daylaklar ıklarken eğrek kumunda,
Kurtlar pusu kurmuş deve damında;
Havutlar ham olmuş zahir zeminde,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Bir boz eşek varmış aklı çemende,
Anırınca boynu gelmiş kemende;
Binmişler soyuna Hint'te Yemen’de,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Dar geçitten geçmiş sual sorulmuş,
Yazılmış fermanı mührü vurulmuş;
Edep yeri üryan Çin’den görülmüş,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Yemsiz yakalanmış gaflet ağına,
Ustalıkla dönmüş soldan sağına;
Döneklik bulaşmış haşmet çağına,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Hakir gönlündeki geven başakmış,
Medeni dünyada eski kuşakmış;
Namert kapısında sadık uşakmış,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Sırça saraylarda zevcesi yokmuş,
Karnı zil çalsa da gözü pek tokmuş;
Sırtına semeri vuranlar çokmuş,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Kısrağın cilvesi yorgan döşekmiş,
Azgınlık ayında deli fişekmiş;
Zürriyeti katır kendi eşekmiş,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Cambazın kaytanı kırmış kirmanı,
Sahte halaskârlar sarmış ormanı;
Muhteris eşekler soymuş harmanı,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Harabat erbabı dönüp bakmamış,
Mestane tayfanın gıkı çıkmamış;
Bağına dadanan şerden bıkmamış,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Kulakları uzun anlağı noksan,
Boz eşek ambarı yek ile yeksan;
Sefalet diz boyu nereye baksan,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Ecnebi cebeci kurmuş oyunu,
Torbasına koymuş umum düyunu;
Bin parçaya bölmüş eşek soyunu,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!


II

Hasmından azade dostun berbatı,
Nafakası olmuş mevlit şerbeti;
Son umudu bilmiş zalim gurbeti,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Yaban ellerinde namı duyulmuş,
Alnı sıvazlanıp teri soyulmuş;
Her nasıl anırsa küfür sayılmış,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Hasret yamacında dikenler biçmiş,
Hasların içinden hamını seçmiş;
Karın tokluğuna sahrayı geçmiş,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Kervanın önünde kılavuz olmuş,
Yıldız falı bakıp yolunu bulmuş;
Kerkinmiş deveye tüyünde solmuş,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Samyeline karşı yüğrük gidermiş,
Yük altında yolu Şam’a kadarmış;
Emekleri sağdıç ömrü hedermiş,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Acı göle maya çalmış tutmamış,
Dost nasihatine aklı yetmemiş;
Avare gezinmiş rahvan gitmemiş,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Mecusi camından huşuyla bakmış,
Körüklü marpucu uçkura takmış;
Kader lülesinde tömbeki yakmış,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Hakikat aramış cümle feyyazda,
Softa geçinenler yokmuş niyazda;
Medreseden geçip kalmış ayazda,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Bezirgân sultası canına minnet,
Müşrik buyruğuyla edilmiş sünnet;
Dünya pahasına satılmış cennet,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Alaylı denilmiş alay edilmiş,
Kışlaktan yılkıya seyre gidilmiş;
Mektepli mektepsiz beleş güdülmüş,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

İsyankâr olmamış mülayim tavrı,
Yağmur yalağında süslenmiş nevri;
Beşer seyreylemiş şaşarlar fevri,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Sağrısında kulunç avurdu çökmüş,
Geçim göçüm derdi belini bükmüş;
Sırtlanlar gözünü gerdana dikmiş,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!

Mezbahadan geçmiş bozu karası,
Tartılmış eşeklik yokmuş darası;
“Nallı kuzu” demiş mahlas şûrası,
Böyle gelmiş böyle sürülmüş sefa!


25 Eylül 2010 İstanbul
Murat Aydın Doma

7 Aralık 2010 Salı

Aradım Seni


Aradım Seni


Rüzgârla bulutun gönül meseli,
Toprakla damlanın kutsal visali;
Nilüfer gülüşlü mehtap misali,
Muhabbet gölünde aradım seni!

Sürgün figanıyım hayal dağının,
Düşlerimi yoran sevda çağının;
Yeşilden kızıla hüzün bağının,
Dikenli gülünde aradım seni!

Müjgânıma düşen çiy damlasında,
Yetmiş iki türden aşk imlâsında;
Huşuyla okunan yâr cümlesinde,
Mürşidin dilinde aradım seni!

Çıktım asumana seyrine baktım,
Vakur ihtişama boynumu büktüm;
Hicran mabedine ahımı döktüm,
Mahyalı kolunda aradım seni!

Buyrukla konulan göçülen handa,
Şiryanıma dolan mestane kanda;
Vuslatın yolunda dağlanan canda,
Meftunun hâlinde aradım seni!

Nefesten yükselen ilahî seste,
Neylerde ağlıyor semâvî beste;
Şemsine pervane dönen aheste,
Semazen elinde aradım seni!

Tohumdan meyveye uzanan dalda,
Nazlı çiçeklerden süzülen balda;
Dertli tamburama bağlanan kolda,
Divane telinde aradım seni!

Cümle manalardan geçip bin kere,
Hakikat yolunda çağlıyor dere;
Yedi çağlayandan döküldüm yere,
Muamma selinde aradım seni!

Tevhit ehli ile ummana düştüm,
Dibinde yoğruldum yüzünde taştım;
Yüreğinde yangın gözünde yaştım,
Muradın külünde aradım seni!


04 Kasım 2010 İstanbul
Murat Aydın Doma