20 Ağustos 2007 Pazartesi

sözdüşüm

korunaklı kozada devingen tohum
kök salar mevsim moruna
gizemli dudakta şebnemin rengi
naz nakışlı kundağında büyür
suskun yeşilin

kaçkın yıldızlardan iner sevi kuşağı
baştan çıkarır güz kelebeğini
aleve düşer sevinç

yasak dokunuşlarda dağlanır dil
kovulur sıradışı öykülerden
yoksul gamzelerde üşür
sorgusuz gömülür kızıla mavi

yazgısı ışıltı kararsızdır ay
tutkuya boyanır gönül çalan dal
gülücükler konar güllerden yana
kanayan dudakta dermandır adı
duygudan dizeye sözdüşümü'nde


18 nisan 2007 istanbul
murat aydın doma

16 Ağustos 2007 Perşembe

yanlışlık nerde



dizilişler mi yanlış
yoksa taşlarda mı var bir hata
saddam resim yapsa
bush keman çalsaydı
yine de çıkar mıydı çocukların göğsünde
kanayan yara…

-bak fareli köyün kavalcısına
dizilmişler ardı ardına sıra sıra
en önlerinde napolyon ardında adolf
yanı başlarında Stalin
hep bir ağızdan sarılmışlar şarkılarına

saddam’ın yana kaymış beresi
piposunun izi duruyor dudağında
saksafonuyla oynamakta bill
bush’un elinde var bir keman
tanıdık biri orkestranın şefi
anadolu’da koyunlarına kaval çalan
iribaşlı kepenekli bir çoban
bırakmışlar bir yana ucu sivri
füze görünümlü
kurşun kalemlerini
uslarından atmışlar karmaşık sayıları
cebir problemlerini

bir ellerinde mızrapla yay
öbüründe samur tüylü fırça
mavi tuvallerinde hayat bulmuş
rengârenk yaşanası koca bir dünya
kan kırmızı çiçekler çocukların göğüslerinde
değil artık
has bahçelerin güllerinde
hırs nefret ve intikamdan arınmış gönüllerinde
açmış hiç solmamacasına-

her gün mavi düşler atölyesinde
tuvallerimi boyarım pembeye
para etmedi bu güne kadar
ya sizin safsatalarınız
her serginizde yok satar
savaş misali oyunlarınız kapalı gişe oynar
devran sizin

-sürün/sürünün olabildiğince-

22 kasım 2005
murat aydın doma

Atatürk'e Mektup















Kaldırdın saltanatı kovuldu padişahlar,
Her seçimde sandıktan çıktı yeni krallar.

Akraba dost tanıdık her biçimde kollandı,
Saltanat kayığında padişahlar sollandı.

AB, ABD dedik şaşırdık yolumuzu,
Elimizi uzattık kaptırdık kolumuzu.

Avrupalı uyanık biz unuttuk her devri,
Yeniden getirdiler senin yırttığın Sevr’i.

Hıyanet var bunların suyunda, hamurunda,
Boğaza kadar battık IMF çamurunda.

Ülkenin her yanını gaflet dalâlet sardı,
İhanetin bedeli bankalarda "Dolar"dı.

Papa’dan feyiz aldık öptük kutsal asayı,
Roma’da imzaladık dayatılan yasayı.


















Raporlar düzenlendi: "-Türk değil, Türkiyeliyiz,
Biz sizin bildiğiniz Müslüman’dan değiliz!"

Sırt döndük özümüze medet umduk yabandan,
Muhtaç olduk kudreti almadık asil kandan.

İstiklâlden geriye bir marş bir bayrak kaldı,
Sana karşı olanlar birer birer çoğaldı.

Tutulduk fırtınaya gittik hep geri geri,
İlk fareler terk eder batarken gemileri.

Hak hukuk savunulmaz nerde kaldı adalet,
Mafyadan medet umdu sonunda koca millet.

Patronlar medyasında yapılmaz muhalefet,
Hapşırır yazar çizer üstümüze afiyet.

Doğru söyleyenleri dokuz köyden kovdular,
Başköşeye kurulup ellerini ovdular.
















Kirletildi havamız toprak su köşe bucak,
Ülkede tuzlar koktu açtık haine kucak.

Ne uçaklar kaldırdık milletin kesesinden,
Eksik olmadı tokat köylünün ensesinden.

Milletin efendisi hırpalandı habire,
Ekmek bulamaz oldu toptan göçtü şehire.

Emekleri sömüren kompradorlar türedi,
Damarlarda keneler başta bitler üredi.

Senin resmin önünde çok nutuklar dinledik,
İşkenceden zulümden inledikçe inledik.

Zamlar soygunlar vergi canımıza tak etti,
Vaat ettiler pirinci evdeki bulgur gitti.

Enflasyonla soygunla tüm zenginler fonlandı,
Hortumlanmış nemalar İsviçre’ye yollandı.
















Bölündük sağa sola din mezhep afalladık,
Bilim fen ve sanatta hep birden çuvalladık.

Eğitimde çağdaşlık kaldı kuru laflarda,
Sorarsan öğretmeni? Limon satar pazarda!

Seni andık yılmadan nice on kasımlarda,
Mağarada ders verdik iki binli yıllarda.

Bir doğru dört yanlışla şartlandırdık gençleri,
Mahpuslarda çürüttük düşünen beyinleri.

Yozlaştı tarih kültür tek derdimiz giyimler,
Düşmez oldu dillerden İngilizce deyimler.

Senin kahramanlığın on yıllardır dillerde,
Böyle gelmiş böyle gider bizim garip ellerde.

Anlatmaya çalıştım memleket ahvalini,
İşçi köylü memurun hal-i pürmelâlini.

Savaştık dört bir yanda şehit düştü kimimiz,
İşte bizim düşmandan kurtarılmış halimiz!


10 Kasım 2004 Ordu
Murat Aydın Doma

15 Ağustos 2007 Çarşamba

adı kadın


















adı kadın
(adı kadın olanlara)


ellerdeki çizgiler
yüzlerdeki çizgiler
yosun tutan taş merdivenden
çıktılar birer birer

karadağ’ın dar çamurlu patikalarında ağırlaştı yolu
yüklendiği odun küstü kör talihine
çöpür ipi kesti omuzlarını
kör girebi bir de orak düştü yârenliğine

yüzünden umudunu yaladı kömür karası
eksilmedi ayağından kara lastik yarası

hızla atıştırdı akşamdan kalan yemeğini
bir de oh çekti derinden
artan zamanda çakıl taşıyacaktı
sepetiyle denizden

ah olmasaydı sırtındaki sepet yarası
kazanacaktı kocasına kumar parası
gözünün gördüğü gönül verdiği
namusu
çocuklarının babası

zifir kokar saçı sakalı nefesi
kahır solur sözleri
kadeh tutar
kumar oynar
küstahça döver kırılası hain elleri

dert kovalar gece gündüz karayel
deniz dalgalar dolusu ağıt okur
derbeder başını öne eğmiş ahşap ev
gariban tepede perişan durur
çekilen çilenin tütmez tütünü
bacadaki isli taşa iz olur

gönülden yaralı gözler kömür karalı
yaralı sırtında sepet yaralı

ellerdeki çizgiler yüzlerdeki çizgiler
yosun tutan taş merdivenden
indiler birer birer...


16 Eylül 1994
Murat Aydın Doma

Kızılırmak

Gönüllerde mayalandık aşka doyurduk badeyi,
Serapsız çölleri yorduk deme kandırdık dideyi;
Gök çiçekten bal derledik kalplerde bulduk Hüda'yı,
Çektiğimiz ahla çıktık Kızıldağ'ın yücesine.

Dost dilinde çağıldadık düsturumuz Şah fermanı,
Gâhî durgun gâh dolanı yele savurduk harmanı;
Fâni bedene sığındık zulümden aldık dermanı,
Yedi meftun çerağ yaktık gecelerin nicesine.

"Toprağı sadık yâr" bildik meyve sunduk sinesine,
Miskin eşiğinde durduk mana sorduk hanesine;
Kırk yıl doğru odun olduk çiledeki Yunus'una,
Kül duvaklı kordan baktık har soluklu bacasına.

Irağı yakın eyledik terli taylarda rahtımız,
İnce elekten elendik çulsuz sedirler tahtımız;
Bu cihanda sayılmadık açmadan soldu bahtımız,
Gökçe doğup kızıl aktık Karadeniz sucasına.


(Duygudan heceye)
06 Mayıs 2006
Murat Aydın Doma

kızılda ölmeli melekler



Güneş karanlık yüzünü yarıp göğün
ipek elbiseni kirletmeden
öpmelisin uyuyan yedi meleği
İpeğinin kızılı bozulsa da
dudağının kızılı bulaşmalı
meleklerin yanaklarına/dudaklarına

Uyanan meleklere ilham vermeli rengin
resmini yapmalılar
müziğini bestelemeliler esin perisinin
Şiirler yazmalılar sana
heykelini yontmalılar
dikmek için senin tapınağına
Sana açılmalı kızıl perde
ve beyaz perdeye senin aksin düşmeli

Senin renginde tatmalı sarhoşluğu
Sevmeyi öğrenmeliler kızılında
kızıl alevlerde âşık olmalılar sana
Kızıl kanlarının son kızıl damlasında
sen kucaklamalısın onları
Esin perilerinin kızılında ölmeli melekler


28 Ekim 2006
Oğuz Orkun Doma

14 Ağustos 2007 Salı

Sarıkamış'ta dondu zaman




a.
başka bir gezegende geçer bu öykü
gökevinde mavi cennet derler adına
her çeşit canlıya açmış kucağını
insansı yaratıklar da aralarında

bölük bölüktür kocaman orman
büyük bir anayurdun gözbebeğinde yurt kurar
aslansılar
ayaklarında kızgın çöl… avuçlarında balkan
taa Kafdağı'na yaslanır efkârlı başı
toprakları her yönde kıtamsı coğrafyaları aşar
çölümsü topraklarında yeşermez ağaç
derinlerinde zümrüdî suları taşar
büyülü enerji saklıdır içlerinde
bitmeyen berekettir
elzemdir
canavar dişlilerin oyuncaklarına
oyunlarına
gel zaman git zaman
dört yandan-yedi koldan saldırılan
bu orman
aç midelerin iştahında kabaran
gizemli ganimettir

zaman topyekûn savunma zamanıdır yurdu
anayurt ormanında her türden insansılar
bir arada yaşar
yılansı-sırtlansı-tilkimsi
kimilerinin de çakalsı cibilliyeti
bir anda sıvışırlar köşe bucak
yük bütünüyle aslansıların omuzlarında
hatta çöreklenir üzerlerine tonlarca
ağırlığıyla
yarı aç yarı tok nafile savaşırlar
çöllerde sıcak
dağ başlarında soğuk
kurmuş sinsi karargâhını dört gözle bekler
salgın hastalıklarla yarışır ölüm
her türlü ihanet küstahça gezer

ormanı köşe bucak sarar ateş
Sarıkamış diyarına düşer
çöllerden artakalanların binlercesi
gündüzden üşür tüfekler
aşılmalıdır Allahuekber
lakin bitkindir soylu yürekler
akşamdan geçit vermez
kahrolası tepeler...

sabah erkenden çalınır kalk borusu
buzdan heykellerin kulaklarında çınlar titreyen ses
gören gözlerden akar oluk oluk kan
sessiz dudaklarda el aman
gecenin kalbinde durmuştur
zaman





aç gözlü köpeksilerin hedeflerinde
çok ötelerinde yüzlerini bile göremedikleri
yetimsiler bırakarak arkalarında
binlerce ayrı öykü
on binlerce abide
yönleri kıblede
bedenleri secdedeyken donmuştur
yürek yakan ağıtlar donuk kulaklarında
kurşun yüzlü yamaçlara konmuştur

ğ.
batıdan doğar yürekleri ısıtan
gözleri çakmak çakmak mavimsi güneş
yeniden çalar borazan
birbirine kenetlenir büyük savaşın yorgunu aslansılar
canavar dişliler kovulur anayurttan

kurtuluştan kuruluşa geçilirken hep birden
yılansı-sırtlansı-tilkimsi
bilumum çakalsılar
zafer şarkılarıyla çıkar sıcacık inlerinden
kimi kahramanca naralar atar
kimi de besili göğüslerine
gazimsi sayılan madalya takar
rivayet bu ya
çoğu savaş kaçkınıdır aslında
artık meydan onların
gün onların günüdür
kimine talan yetmemiştir
kiminin görevi henüz bitmemiştir
tüysüz yetimsilerin kimsesiz başlarında
iştahlı azı dişleri alabildiğine salyalı
böyle gelmiş böyle gitmeli
değişmemeli oyunun asla değişmeyen kuralı...

ı.
…Mehmet Ali oğlu İbrahim
ruhu Sarıkamış dağlarından uzanır sonsuzluğa
dağ gibi aslansıdır
“yok” sayılmıştır görmeyen gözlerin kör zihinlerinde
varlığına da rastlanmamıştır
yakılıp yıkılan künyemsi defterlerinde
hem şehidimsi de değildir adı
yön veremez
yol diyemez
elveremez yetimsi yavrusuna...

t.
dağların hüzünlü sesi yanık bağrını dağlar
yemenimsi türkülerde özlem dolar yüreği
ağlar
susayınca suyu
acıkınca kuru ekmeğine katıktır gözyaşı
babasını bir kez olsun göremediğine
öpüp koklayamadığına yanar
Salih yetimsi yalnızlığında büyür
gün gelir yaşlanır çileli yılları
artık dayanamaz olur yorgunluğuna

yaşamı boyunca görülmeyeni görür

büyük yas ayının on altısında
denkleştirir sitem dolu yükünü
“yok” sayılan babasına kavuşmak umuduyla
yokluğa yürür…



08 Eylül 2006
Murat Aydın Doma

her deminde mutluluğa dönen masmavi dünyamızda böyle bir olay yaşanmamıştır... yazılanların tümü hayal ürünüdür…



ida

aklımı başımdan alır kekik kokusu
ve
çam sakızına tutkun ağaçlar
defne dalına dolanır ipeksi saçların
ardında zeytin tanesi gözlerin
ağlar
gizemli vadilerinden tüten kutsal aşk
afrodit’in bağrında yanar

aniden kırbacını şaklatır zeus
gürültü akar yamaçların
tuhaf sürüleriyle savruk eteğinde
bitkin döngüye tutulur çoban
altın oluğundan içer iksiri
tılsımlı kavalına üfler
koca pan
büyülü göl sularınla ağar göklere
yüzyıllara ağıt olur
delidivane hasan

usulca omuzlarına kayar beyaz tülbendin
yüreğine bin dert damlar yosun tutan kayadan
bir garip süzülür gözyaşların
bir garip bakar sana şu karşı ki yakadan
birden bir garip olur garibin içi
bir garip ki içi
iğneli fıçı

14 temmuz 2005 pelitköy
murat aydın doma

gelevera deresi



















gelevera deresi
       -sitem -


terkedilmişliğin tanığıydı yaylalarımız
kekik kokulu dağlarında
sağır taşlara gizlendi anılarımız

sert bir kaya çatlağında açtın çiçek çiçek
çileli yaşamına buz mavisi gözlerini
umut yükünü yüklenip omuzlarına
düştün sonunu bilmediğin dolambaçlı yollarına
ışıltılı-berrak-akışkan-özverili

geçtiğin hırçın vadiler mi yordu
duru bedenini
suçu neydi ki yemyeşil sularımın
neden toprak rengine boyadın denizimi

engin yamaçlarında katledildi çam ormanları
sende başladı utanca ilk yolculukları
ve metrelerce sürüklenen bedenleri
sevdam yatar benim ta diplerinde
neden toprak rengine boyadın denizimi

çocukluğumu verdim ben sana
kütük tutan derme çatma ızgaralarına
işte tam orada öpüşürdün denizimle
yanak yanağa dudak dudağa
bakamazdım kapardım gözlerimi
neden toprak rengine boyadın denizimi

acemiydi ilk öpücüklerin
savrulurdu çocuksu bağrıma
ve ben senle ıslanırdım
hani demir köprün vardı ya
yorgunluğumla boylu boyunca
katranlı tahtalarına yaslanırdım
benimkisi çocukluktu işte
ya sen
neden toprak rengine boyadın denizimi

06 aralık 2005 espiye
murat aydın doma